Almanya Federal Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Türkiye ziyaretine 60 kiloluk dondurulmuş döner getirmesi burada tartışma yaratmadı. Döneri çok sevdiğimiz için mi, hediyenin nahoşluğu üzerinde durmadık? Hayır! ‘Biz’, burada çoğunluk olduğumuz için hiç tuhafımıza da gitmedi. Çünkü Türkiyeliler için döner en fazla lezzetlidir veya değildir, fiyatı uygundur veya “Bodrum beach’lerinde bu yıl yine çok pahalıdır.” Arada at ve eşek etinden yapıldığı haberleri çıkınca çok öfkeleniriz ama döner Türkiye’de ırkçı önyargılar ve ayrımcılıkla ilişkilendirilmez. Tombik pide arasındaki bol baharatlı sokak lezzeti, yabancı düşmanı politikalar ve varoluşsal korkulara karşı ‘hayatta kalma stratejimiz’ de olmamıştır.
Oysa Almanya’da ırkçılığın hikayesini, ‘döner kebap’ ile çok iyi anlatabilirsiniz.
Böyle olduğu için de iki ülke arasındaki dostluğu, lezzetlerin ve kültürlerin kaynaşmasını, ekonomik kazancı sembolize etmesi amaçlanan dev döner Almanya’da mideye oturdu. Alman Büyükelçisi’nin Tarabya’daki yazlık rezidansının bahçesindeki döner tezgahı önünde Cumhurbaşkanı Steinmeier’in üzerinde mutfak önlüğü, elinde dev bıçakla poz verdiği fotoğraf, Almanya’da sosyal ağlarda alay, ironi ve öfkeyle karşılandı. Gazetelerde ‘döner diplomasisi’ olarak adlandırılan bu tuhaf jest nedeniyle Cumhurbaşkanı’nı eleştiren yazılar yayımlandı.
1960’LARDAN KALMA KLİŞE FİKİRLER
Fotoğraf yayınlandıktan hemen sonra Almanya’da ilk tepkiler, Türkiye kökenli siyasetçi ve gazetecilerden geldi. SPD’li siyasetçi ve Federal Meclis eski üyesi Lale Akgün, Türkiye kökenli insanlar Almanya’da bir yer edinmek için mücadele ederken, Federal Cumhurbaşkanı’nın, ‘onlara büfede bir yer tahsis ettiğini’ söyledi. Federal Meclis’teki Sahra Wagenknecht İttifakı’nın dış politika sözcüsü Sevim Dağdelen, “Cumhurbaşkanı belli ki 1960’lardan kalma Alman-Türk ilişkilerine dair klişe fikirlere saplanıp kalmış” dedi. Dağdelen’e göre asıl sorun Steinmeier’in, Selahattin Demirtaş gibi tutukluların serbest bırakılması için kamuoyu önünde açıklama yapmamasıydı. Sol Parti’den Federal Meclis üyesi Gökay Akbulut benzer bir görüş dile getirdi; ‘Türk hukuk devletinin acınacak halini’ vurguladı ve Steinmeier’e, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Türkçe bir kopyasını Erdoğan’a vermesini tavsiye etti.
WDR Cosmo Türkçe Yöneticisi Tuncay Özdamar, X hesabında, fotoğrafa yansıyan bu Türkiye imajının ‘klişe’ ve ‘modası geçmiş’ olduğunu yazdı, “İtalya’ya gittiğinizde yanınızda pizza götürmezsiniz” diye ekledi. Doktor Cihan Çelik ise Türk kökenli insanların yıllarca, ‘aşağılayıcı “kebap şakaları” dinlemek zorunda kaldığını’ hatırlattı.
‘KEBAP CİNAYETLERİ’ TANIMI YASAKLANMIŞTI
Frankfurtlu avukat Seda Başay-Yıldız ise Steinmeier ve danışmanlarının ‘2024 yılında bile’ Türk kökenli insanlarla hâlâ sadece ‘döneri ilişkilendirmelerini’, ‘akılarına sadece bunun gelmesini’, ‘endişe verici bulduğunu’ söyledi. Başay-Yıldız, aşırı sağcı Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü (NSU) cinayetleri kurbanlarının yakınlarının avukatı. Onun bunu söylemesi önemli!
NSU üyeleri, 2000-2006 yılları arasında, sekiz Türk, bir Yunan esnaf ve bir kadın polisi öldürdü. Polis 2011 yılının sonuna kadar bu cinayetlerin arkasında, ‘Türk uyuşturucu dünyasından katillerin olduğunu’ savundu. Ancak, polisin bu iddiasının gerçeklere değil, ırkçı önyargılara dayandığı ortaya çıktı. Ne var ki bu önyargılar sebebiyle uzun yıllar cinayetler basında, ‘kebap cinayetleri’ (‘Dönermorde’) ismiyle anıldı. Cinayetleri önemsizleştiren bu terim nihayet 2011 yılında Alman Dil Kurumu tarafından, ‘yılın kötü kelimesi’ ilan edildi.
Yani, döner Türk-Alman ilişkilerinde ve göç tarihinde hiçbir zaman sadece gastronominin konusu olmadı. Doyurucu ve lezzetli ama Almanya’da ikinci sınıf vatandaş olan, mümkünse ülkelerine dönmeleri istenen ‘gurbetçiler’ için tadı epey acıydı.
Bu konuda yapılmış en iyi araştırmadan birine sosyolog ve eski gazeteci Eberhard Seidel imza attığı için Almanya’da dönerin tarihini, Kebap: Bir Türk-Alman Kültür Tarihi isimli kitabından, basındaki yazılarından ve söyleşilerinden yararlanarak anlatacağım.
GERİ GÖNDERİLMEK İSTENEN GÖÇMENİN HAYATTA KALMA STRATEJİSİ
Multimilyarder Elon Musk’ın, 2019 yılında Berlin’de, Alman mutfağında en çok hangi yemeği sevdiği sorulduğunda, ‘Döner kebap’ yanıtı vermesine kadar uzanan bu hikaye, Seidel’in tanımıyla ‘hayati’ ve ‘acil bir durum’ ile başladı.
Almanya, Türkiye’den misafir işçi almaya 1960’larda başladı. Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Sirkeci Garı ziyaretinde vurguladığı gibi, misafir işçiler Almanya’nın refahına ‘belirleyici bir katkıda bulunmuşlardı.’ Bu genç işgücü, ekonominin altın yıllarında memnuniyetle karşılandı, çünkü zaten Almanya’da kalmayacak, nasıl olsa bir gün ülkelerine döneceklerdi.
Ancak işler farklı gelişti: Misafir işçiler geri dönmek istemedi.
İlk göç dalgasının peşinden 1970’lerdeki petrol krizi geldi ve bu kriz, Almanya’da 1980’lere kadar bir işgücü krizi yaşanmasına neden oldu. Büyük fabrikalar otomasyona geçiyordu, fabrikalarda çalışan vasıfsız misafir işçilere artık ihtiyaç kalmamıştı, sokağa atılıyorlardı. Fakat, diğer yandan 1961’deki işçi alımı anlaşmasıyla Türkiye’den gelen göçmen nüfus giderek daha özgüvenli hale geliyordu. Misafir işçiler ayrımcılığa karşı ve eşit ücret talebiyle grevler yapmaya başladı. Bunların en önemlisi, 1973 yılında Köln’deki Ford greviydi.
Federal hükümet, aynı yıl işe alım yasağı getirdi ve göç yasaları sıkılaştırıldı. Daimi ikamet statüsü olmayan ve sosyal yardıma ihtiyaç duyan herkes Almanya’dan sınır dışı edilmeliydi. Hatta CDU’lu İçişleri Bakanı Heinrich Lummer, ‘artık kendilerini finanse edemeyecek durumda olan işsiz göçmenlerin’ oturma izinlerini iptal etmek istedi.
Seidel, bu durumdaki göçmen nüfusun yeni ekonomik fırsatlar aramak zorunda kaldığını, terzi veya manav dükkanları ve kebapçı tezgahları kurarak serbest mesleklere giriştiğini anlatıyor. Seidel’e göre bu dönemde açılan döner büfeleri, göçmenler için ‘ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı bir hayatta kalma stratejisiydi’ ve bu yönüyle ‘devrimciydi.’
Avrupa’daki Türk Kebapçılar Birliği’ne göre Kadir Nurman, 1972’de Bahnhof Hayvanat Bahçesi’nin karşısındaki Berliner Imbiss’inde ilk kez döner sattı. Bunun peşinden diğer büfeler geldi. Seidel, önce Berlin’in Neukölln gibi şehir içi göçmen bölgelerinde ve işçi sınıfı mahallelerinde, sonra esas gelir kaynağı kömür ve çelik üretimi olan Ruhr bölgesindeki şehirlerde, ardından Tübingen, Freiburg ve Würzburg gibi üniversite şehirlerinde döner büfeleri açıldığını, bunların giderek yayıldığını anlatıyor. Bugün ise Almanya’daki kebapçı sayısı 18 bin, yıllık cirosu 7 milyar euro civarında.
KEBABIN UCUZ İMAJI TÜRKLERE AKTARILDI
Döner, ekmekten ete ve salataya kadar, içinde günlük gıda ihtiyacını karşılayabilecek her şey olduğundan işçiler için çok uygun bir yemekti. Seidel, TAZ’da yazdığı bir yazıda, “Yoksul sınıflar için döner, paranın karşılığını fazlasıyla verdiğinden neredeyse 50 yıldır zorlu hayatta kalma mücadelelerinin temel dayanaklarından biri olmuştur” diyor. 1970’lerden Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989 sonrasına kadar olan dönemi şöyle anlatıyor: “Kebabın ucuz imajı Türk göçmenlere aktarıldı. İlk yıllardaki kebap tezgahları da estetik açıdan çekici değildi. Irkçılığın yanı sıra sınıfçılık da rol oynamıştır: Anadolu’nun kırsal kesiminden gelen, düşük eğitimli Türk misafir işçi klişesi geçerliydi. Bu arada, bu durum, Türk entelektüellerin kebapla aralarına mesafe koymalarına da yol açtı. Türk kültürünün kebaptan daha fazlasını sunduğunu defalarca vurguladılar.”
Bu arada Almanlar gerçi yemek olarak kebabı sevdi ama sahiplerini kimse sevmiyordu. Seidel, “Çünkü kebap tüketimi genelev ziyareti gibidir: Her gün yüz binlerce kişi bunu yapıyor ama bu hizmeti verenler toplumsal kabul görmüyor” diye yazıyor.
İstenmeyen Türkler, Alman kültürünü bozduğu savunulan ve alay dolu cümleler içinde kullanılan ‘döner kebap’la giderek daha fazla eşleştirilir oldu. İki Almanya’nın birleşmesiyle birlikte artan işsizlik bunun üzerine geldi. “Almanlar işsizken, yabancılar bizim işlerimizi alıyor” şeklinde özetlenebilecek, giderek yükselen öfke, özellikle de Almanlara hiç benzemeyen Türklere yöneliyordu. Sonunda 1992’da Mölln, 1993’te Solingen’de Türk aileler, aşırı sağ terörün kuranı oldu. Uzun süredir devam eden Türk karşıtı şiddet eylemlerinin doruk noktası olan bu kundaklamalarda, aralarında çocukların da bulunduğu sekiz kişi öldü ve bazıları ağır olmak üzere otuz kişi yaralandı.
BAŞARILARI ONURLANDIRMAK İÇİN BAŞKA BİR ŞEY YOK MUYDU?
Almanya’daki ‘gurbetçi’ Türklerse on yıllar boyunca, “Türk kültürü kebaptan daha fazlasıdır” demek zorunda kaldı. İşte tüm bu geçmişe rağmen Cumhurbaşkanı Steinmeier’in, uçağına 60 kiloluk donmuş döneri alıp Türkiye’ye gelmesi, “Hâlâ mı bu klişelerle uğraşıyoruz” tepkisi yarattı.
Belli ki Türk kültürü Almanya’da hâlâ dönerden ibaret sayılıyor. Gurme şef Cem Ekşi’ye göre, çok az Alman, Türk mutfağının ne kadar zengin olduğunun farkında. Örneğin balık yemekleri hiç bilinmiyor. Sanırım zeytinyağlılar da öyle…
Mesele sadece döner de değil. İki ülke arasındaki ilişkilerin 100’üncü yılını kutlamak için düzenlenen ziyarette hakikaten atıfta bulunacak başka bir şey bulunamadı mı? Alman-Türk bilim insanları koronavirüse karşı aşı geliştirdi, Almanyalı Türkler sanatın pek çok alanında ödüller kazanıyor, Almanya Milli Futbol Takımı’nın kaptanı Türk asıllı bir futbolcu. Almanya’da, Biontech’in kurucuları Uğur Şahin ve Özlem Türeci, Türkiye’ye gelirken Steinmeier’e neden eşlik etmedi, diye sorulması haklı. “Cumhurbaşkanı Steinmeier, Almanya’daki Türk göçmenlerin yaşam boyu başarılarını ‘onurlandırmak’ için döner kebaptan başka bir şey bulamadı mı?” sorusunun yöneltilmesi şaşırtıcı değil.
‘RAKI, ŞİŞ KEBAP ÇOK GÜZEL, YİNE GELECEK BEN’
Almanya’daki durum böyle. Buradan bakınca ise ilk önce şunu söylemek lazım: Türkiye’de döner kıymadan değil, etten yapılıyor, uzun uzun marine edilip şişe diziliyor. Buraya ta Almanyalardan gelen kebap ne Türk ne de Alman olabilen, melez bir yemek: Turko-Deutsch bir kebap.
İşte bu kebap Tarabya’da protokolün içinde usul usul dönerken aklıma – ister istemez -‘Rusya’dan gelen Olga’ya’, ‘Almanya’dan gelen Helga’ya’ mikrofon uzatıp zorla Türk erkeği övdürmeye çalışılan 90’ların magazin programları geldi. Bu programlarda popüler yabancı futbolculara da kebap yedirilir, sonra mikrofon uzatılır, illa sofradaki kebapları, rakıyı, Etiler-Ortaköy-Bebek arasına sıkışmış, programı izleyen alt ve orta sınıfların yanına yaklaşamayacağı kadar pahalı, tuhaf yeme-içme kültürünü övmeleri istenirdi.
Magazin programlarında gösterilen bu yaşamın Türkiye’de yaşananlarla ilgisi yoktu. Doğu’da ‘bir şeyler oluyordu’ ama devlet, Batı’daki gençler bu programlarla oyalansın, sabaha kadar eller havaya eğlensin, Doğu’da olanları görmesin, duymasın, sormasın istiyordu.
İşte, AİHM kararlarına rağmen Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın veya Gezi sanıklarının cezaevinde olmalarının, Avrupa değerlerine uymayan hukuksuzlukların mikrofonlar açıkken konuşulmadığı bu ziyaretten bize kalan Turko-Deutsch döner kebap oldu. Bana sanki döner tezgahı etrafındaki kalabalığın içinde popüler bir yabancı futbolcunun birden ortaya çıkıp kendisine uzatılan mikrofonlara, “Rakı, şiş kebap çok güzel, yine gelecek ben” demesi an meselesi gibi geldi. Çünkü ‘biz’ Türkler yabancılara kendimizi övdürmeyi çok severiz!
(DIŞ HABERLER SERVİSİ)